Hiç Kimse ‘Hiçkimse’ Değildir

Hiç Kimse ‘Hiç Kimse’ Değildir!

Merdiven…

Nerede biter, bilinmez. Çıkarsın, sonu yok; geri dönülmez. Tek yol ipten merdiven, hata affetmez.

İp üstünde cambaz gibi kollarını açarak yükseleceksin. Elinde denge çubuğun, ipten merdiveni tırmanacaksın. Yaşın kaç, kaçıncı basamaktasın?

Yükseldikçe, düşmek daha da korkutucu gelecek.

İrkilmeyeceksin. Sıçramayacaksın. Sağına ve soluna değil çizgine, ufkuna mıhlanacaksın.

Ve o ip daha fazla cambazı kaldıramadığında artık sıran gelmiştir.

Düşmeyeceksin, süzülerek ineceksin. Kimse ağlamayacak.

Saçların aka dururken gittikçe soğuyor hayat. Soludukça hayatı, gecenin ağaran saçları çıkıyor sanki ciğerlerinden.

Özgürlük iksirini yudumlamışsın bir kez. Dünyanın boynuzuna al bayrağını sallayan bir matador gibi yüzleşmek düşüyor sana hayatla.

Kaynayan kazanların yükselen dumanları arasından ince ve uzun tırnakları belirirken, yaşlı büyücünün; zayıf boynuna asılan kirli bakışlarını cehennem çukurlarına akıtacak bir donanımla zırhlanarak yaşamak düşüyor sana.

Acıların tortusu altında küflenen sevgi başaklarına, paslanmış ışıklarını dünyanın, yeniden parlatıp yansıtacak taze şafaklar gibi yaşamak!

Tütün tütün ciğerlere oturmuş hançerli düşüncelerin hançerendeki kokusunu, her soluğunda ekşi nefeslerinden hatırlayarak yaşamak düşüyor. Dişlek sözcükleri, burgulaşan duyguları yutarak.  

Meydan savaşlarını içine gömerek.

Kendini aşarak.

İpten merdivenini tırmanıyorum hayatın. Sahnemdeki tiyatroda yok yok: hayatla ip atlayanlar, cambazca yürüyenler, dizleri titreyenler… Hayatla oynayanlar…

Hayatla, yani ateşle. Ateşin üzerinde uzayan ipten bir merdivende yürüyorsun hayatı.

Ve hayat diye görüntülenen bütün bu sahneler anormal geliyor bana.   

Karikatür, insanda zaten var olan fakat dikkat çeken, bariz özelliklerin abartılarak betimlenmesi imiş ya hani! Abartılı burun, abartılı göbek, abartılı göz, kulak, saç…. İşte çevremdeki her şey abartılı geliyor bana. Fazla zengin, fazla yoksul, fazla arabesk, fazla makyaj, aşırı açıklık, abartılı örtünme, aşırı zevkçilik… Üstelik ülkemde kendisi zaten ağır olan krizin bile ‘ağır’ı yaşanıyor, ‘ağır’ tahrik, ‘şiddetli’ çatışma, ‘korkunç’ kaza, ‘felaket’ deprem; hep aşırı, hep abartılı, her zaman haddinden fazla… Her şey böyle yurdumda. Normali, mutedili, mâkulü, dengelisi yok, pek az.

Bence bu memlekette ressamlar hayallerini çiziyor, karikatüristler tıpatıp gördüklerini! Karikatür çizmek ne ki, iş mi? Otur, bulduğun manzarayı resmet!..

Hayatın canlı ve içten resmini, evlere şenlik bir ‘karikatür’ haline getirmişiz!

Evet böyle görüyorum, görüyorum da gülebilsem, yine iyi! Kendimi karikatür bir alemde pek ciddi kalmış, somurtuk biri gibi gösteriyor aynalar. Öyle, aksi aksi duran! ‘Ağır abi’ deyişleri ondan. Bak işte, kendi duruşum bile normal değil âlemde, karikatürize! Çok komik duruyorum bu karikatür tabloda. Böyle algılayınca da, kendime gülüyorum.

Zaten ben de ancak kendime gülebilirdim!

Bu ifrat ve tefrit sancılarıyla debelenen toplumun bir parçasıyım ben. O toplum, ‘ben’im ‘büyütülmüş varlığım’. Onlarla varım. Onun derdi beni bulur, benim sancım onda doğar.

Öyleyse çevremle iletişim kurmalıyım. Beni anlamalılar ki onlarla okulu, mesaiyi, sosyal faaliyeti… kısacası yaşamı adam akıllı paylaşabileyim. Öyleyse kendimi anlatmalıyım. Tanımalılar beni; nasıl bir insanım, sorunlarım ne, hangi tecrübelerden geldim, neye kızarım, nasıl ciddiyim, neyden hoşlanırım…

Zaten kimseden kendim için bir şey istediğim de yok. Ben başkaları için yaşamaya alışmış bir adamım. Kimseyi rahatsız da etmem.

Sert değilim. Ama disiplin de şart, bilirim. ‘Güleryüzlü ciddiyet’e inanırım. O ciddiyetimin altında yatan mesajı anlamalılar.

Kendimi nasıl ifade edebilirim çevreme, toplumuma?

Olmuyor işte, olmuyor. Başım iki elimin arasında kaç zamandır. Başımı alıp gideyim, diyorum bazen.

Ben, kendini bile ifadeden aciz, üstelik insanları da anlayamayan adam. Bırakın onlara yön verip bir hedefe yürütebilmeyi…

Bîçâreyim.

Yok mu bir çare Allah’ım?

Dalmışım.

Boşlukta salınan sarkaç gibi bırakmış yüreğim kendisini serin  gecenin derin koynuna… Ve bir pamuk sesin, kalbimi salındığı hamaktan uyandıran okşamasıyla doğruldum.  Kendime geliyordum.

Bu, onun sesi. Gökyüzünün mavi zemininde bulutlardan şekillenen bir sîma gibi duvarın sertliğini semânın saydamlığına, sıva kırçıllarının kabalığını bulutların pamuksuluğuna dönüştüren; tam zamanında, vaktine mahsus gelen ışıkların, bir projektör gibi odamın sağ üst köşesinden sol alt köşesine doğru uzanarak uyardığı Kırçıl Dedem konuşuyordu:

 “Yavrum, insanlarla iyi bir iletişim kurmak istiyorsun. Öyleyse öncelikle insanın doğasını tanımaya çalış.

 Bilmen gereken, insan doğasının ilk özelliği “her insanın en çok kendisiyle ilgilendiği”dir. Yani ‘sen’ diye değil ‘ben’ diye düşünür herkes. İnsan bencildir, sencil değil!

İletişimde kullanılan en etkisiz kelime ‘ben’, en etkili kelime ‘sen’dir! Sen, dediğin anda insanlar bütün dikkatlerini sana toplar. “Senin için, senin yararına, sana önerim, senin menfaatine… “ Hep sen!  Sen merkezli iletişim muhatabını mesajına açar.

Elbette bunu yapmak bir olgunluk düzeyi, bir güç ister. İnsanların kendilerinden söz etmelerini sağla. Senden çok hoşlanacaklar. Kendinden söz et, dayanamayacak, sıkılacak, hep kendinden söz ediyor, problemli, diyecekler sana. Bunu hiç yaşamadın mı? Unutma ki senin için kendin ne kadar önemliysen, karşındaki için de kendisi o kadar önemlidir!

Bunu başardıktan sonra ikinci önemli aşama muhataplarına “kendilerini önemli hissettirmek” tir. Çünkü, her insan ‘en azından bir açıdan’ önemlidir. Kendisini ‘hiçbir şey’ olarak hisseden insan, biter. O nedenle doğru iletişim kurmak istediğin insanı ‘ben önemliyim’ duygusuna taşı. Yani, değer ver. Gerçekten de her insan önemlidir. Hiç kimse ‘hiç kimse’ değildir!

Bırak insanlar konuşsunlar, sabırla dinle. Onların nelere ilgi duyup, nelerden etkilendiklerini de onları dinlerken çözersin. Dinlerken boşa vakit harcadığını düşünürsen, ‘anlatamamak’ sorunun kangrenleşir, daha çok zaman ve efor sarf edersin boş yere! Emin ol, en kestirme yol budur.

Konuyu da ‘olumlu şekilde’ ortaya koy. Bir eleştirin olursa şahsı değil eylemi eleştir. Bir hata düzeltilmişse onu hatırlatıp durmaktan kaçın. Başarıları ise mutlaka teşekkürle karşıla.

Evladım, insanlar hayatta hep başkaları ile sorunlu olduğunu düşünür. Halbuki çoğu kez insanın engeli kendisidir. Kendine takılmadan yürüyenin engeli kalmaz.”

Ve kayboldu. Aniden, kayıplara karıştı.

Ne hoş bir sohbetti, ne çabuk bitti? Sen de mi ‘sen merkezli çalışıyorsun’ yoksa? Senin de sırrın bu mu Kırçıl Dedem? Bunun için mi çok sevimli geliyorsun bana?

İşte şimdi anlıyorum seni. Bunun farkına varmasam, beni senin de anlamadığını düşünecektim. Bana, “beni anlamalılar” yaklaşımımın ne kadar eksik bir iletişim kurma yöntemi olduğunu öğretip gittin. Sağ olasın Kırçıl Dedem.

Yarınki randevuyu iple çekeceğim. Seni özleyeceğim.

Zaten bu gecelerin bitmesini senle buluşmak da olmasa, neredeyse hiç istemeyeceğim.

ROMANLARDA TEHCİRİN YOLCULUĞU

  • 1.3Bin Görüntülenme Sayısı

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar

  • 1.1Bin Görüntülenme Sayısı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hakkımda
Hakkımda
Merhaba. Bu sayfalarda birlikte olmaktan son derece mutluyum. Hoş geldiniz. Hayat yolundayız. Her birimiz ayrı bir mecradan, farklı bir maceradan geliyoruz...

Site Toplam Ziyaretçi: 1187632

Son Yüklenenler

Paylaşımlarımdan Haberdar Olmak İster misiniz?