OTUZ SÖZ-3

OTUZ SÖZ-3

Dr. Osman ARSLAN

  1. Yalmızlık

Ramazan gelince durun biraz. “Ağır yaşam” vakitleridir, yavaşlama zamanıdır Ramazan. Ağır şehirleri koruma altına alan bir dünya, Ramazanın bize öteden beri sunduğu bu nimetini/hikmetini yeni fark etmiş olmalı. Hız kesmek her zaman güven verir. Güvendeyken baskılardan kurtulmuş olarak daha sağlıklı düşünebiliriz. Hayat denen yolculukta, senelik periyotlarla bir ay süreyle dinlenirken, geçmişten dersler alarak yol haritasını belirleme fırsatı veren bir istirahat konağıdır Ramazan. Allah elçisi başta olmak üzere, ‘yalnız’ yaşadı önden giden büyükler Ramazan Ayı’nı. Allah’a, hep ‘yalnız’ken elçi oldu Resuller. “Yalnızca Allah’a ve yalnızken yönelmek…” Ramazan budur; kalabalıklarda yaşamak değil. Kalabalıklara da kanmamak lazım, aslında hepimiz bir “çoğul yalnızlık”lar içindeyiz. Bakın, en sevdiklerimize bile bir salgın geldi, uzaklaştık. Tenha bir zaman olmalıdır Ramazan… Her güzel koku inziva çiçeğinden yayılmıştır. Tenha vakitlerin huşu dolu tefekküründe dirilen bir bilge ruhla yaşayana, vakitler Ramazan; Ramazansa müjde olur.  Mümine, ömründe bir defa olsun Ramazan’ın son on gününde itikafa girmesi tavsiye edilir. İtikaf, bütün dış etkilerden kendini yalıtarak tek ve sadece Allah’a odaklanmak, Kur’an okumak, tefekkür etmek ve muhasebe yapmak içindir.

  1. Muhasebe

“Ben nefsimi temize çıkarmam…” diyebildiniz mi hiç? Kendimizi aklamak, haklıcılık oynamak ve üste çıkmak gayretini terk edebilir misiniz? “…çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder…” Öyleyse nefse bel bağlamayacağız. Onu sigaya çekmeden olmaz. Ama bunu yapabilirsek şansımız olabilir:  “…Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Yusuf,53) İşte Ramazan otokontrol zamanıdır. Kendimizi, kendimizle yüzleşerek eleştireceğimiz, nefis muhasebesi yapma zamanıdır. Yarın başımıza ne geleceğini bilmiyoruz. Bir adresi bile sormadan bulamayan insan kendini sorgulamadan çetrefilli hayat yolunu nasıl düzgün gidebilir? Kendimize soracağız ramazan’da: Geçen yıl boyu ne yaptık, yanlışlarım nedir, hak yedim mi, kalp kırdım mı, helalleşeceklerim var mı? Hangi günahlarımı ısrarla yapıyorum? Eksiklerim neler? Gelecek sene nelere dikkat ederek Ramazana kadar gelmeliyim? Hedeflerim ve bunlara ulaşmak için planlarım ne olmalı? Bu elzem muhasebeyi yapacak, durup düşünecek vaktimiz olmaz hiç. Ramazan, hayatın akışına bent koyar gibi, gelip bize o fırsatı sunar. Muhasebe şart. Hesapsız yaşayan hesap veremez çünkü. Ayeti Kerime çok açık: “Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.”(Şems,9) Muhasebe olmadan nefis arınır mı?

  1. Mertebe

İnsanlar Allah katında mertebe mertebedir(Al-i İmran 163), bu mertebelerin sahibi(Mearic, 3) ve alçaltıp yükselteni(Vakıa,3) Allah’tır. Eğer “sahibi Allah’tır” deniyorsa, orda yükselmenin de, alçalmanın da kuralları var demektir. Aklı kulanıp bunları çözmek gereklidir. Aklı kullanmamak ise pisliğe mahkum olmak(Yunus,100) demektir. İslam tasavvuf geleneği, her biri Kur’an’da tanım karşılığını bulan nefsin yedi mertebesini sayar. Bu yedi mertebeyi aşmanın çileli yolculuğu, bir seyr-i sülûk ile yapılabilir. Seyr-i sülûk, “kişinin ilmi, fikri ve riyazi(kendine yasak getirme) bakımdan akıl, ahlak ve ibadette mertebeleri geçerek kemale ulaşma metodu”dur. Oruç, bu metodun baş aracıdır. Bu yola girene, yedi basamağın ilk üç aşamasında “tâlip”(isteyen), son dört mertebesinde “sâlik”(yola giren) denirdi. Seyr-i sülûk, başlangıçta bütün dini hayatı anlatırken, XII. yüzyılda tarikatllar ortaya çıktı ve bu kavramı zamanla tamamen inhisarına aldı.(TDV Ans. Sülûk Md.).  İrfan(tasavvuf) geleneği tecrübesi, başlangıçta, Kur’an’a dayalı olarak aklın da yedi mertebesini nefis mertebeleriyle birlikte geliştirirdi. Farabi, İbn-i Sina, İbn-i Rüşd ve Bacce’nin felsefe çalışmaları “akıllar hiyerarşisini” geliştirerek ortaya koymuş, tasavvuf bilginleri ise harmanladıkları bu mertebeleri bir eğitim müfredatına dönüştürmüştü. Yine XII. Yy. sonrası nefis terbiyesi tarikatların uhdesine girince, ilerleyen asırlar içinde akıl-nefis eğitiminin birlikteliği nefis lehine bozuldu. Artık tarikatların tekkelerinde tasavvuf, sadece nefisleri(hayvani yönü) eğitir oldu, akıl(insani yön) eğitimi zayıfladı. Oysa nefsi akılsız yönetmek şoförsüz araç kullanmak gibi, ne mümkündü! Artık tarikatların dışında aklı eğitilip nefsi eğitilmeyenler, tarikatlarda ise nefsi eğitilip aklı eğitilmeyenler vardı.  Sanki farklı din temsil eder gibi birbiriyle çatışır oldular. Tasavvuf da ilk dönemdeki Yeseviler, Hacı Bektaş’lar, Ahi Evran’lar ve Yunus’lar gibi Kur’an’la irtibatlı, ilmiyle amil insanlar yetiştirerek faydalı olduğu asırlardan sonra terbiyeli ama istikametsiz, kukla insanlar ürettiği, önce faydasızlaşan ve sonra yer yer zararlı hallere bürünen bir serüven yaşadı. Nefis terbiyesini akıl gelişimiyle birlikte yürütmeliyiz. Akılsızın mertebesi mi olur?

  1. Katlar

Nefsin ve aklın birlikte ilerlemesi gereken yedi mertebesi, irfan geleneğimizde özetle en alttan en üst mertebeye doğru şu şekilde sıralanır: 1.En altta “nefs-i emmare” bulunur, kötülüğü emreden nefis demektir(Yusuf, 53). Bu düzeydeki akıl güdülerinin yönlendirdiği “hayvani akıl” ile idare edilir(Furkan,44). 2.“Nefs-i levvame“, kendini kınayabilen nefistir; bazen iyilik bazen kötülük isteyebilir( Kıyamet, 1-2). Şerli insanlardan oluşan bu ikinci kademede akıl da saçma ve tutarsız görüşlere kapılan “hayali akıl”dır(Tur-32). 3. Üçüncü mertebede “nefs-i mülheme” vardır; artık karşımızda iyiliği isteyen, arayan nefis vardır(Şems, 7-10). Bu aşamadaki kişinin aklı da “vehmî akıl“dır. Her yola gelebilen bu insanlar aynı zamanda her şeyden de kuşku duyarlar. Onları şüphecilikleri yoldan da çıkarabilir, doğruya da ulaştırabilir. Müteşabih, mecazi yaklaşımlara meyilleri yüksektir(Al-i İmran, 7). 4. Kritik bir aşama, “nefs-i mutmainne”dir; buraya kadar tâlip olan, artık sâlik olmuştur. İmanda tatmine ulaşan nefis demektir(Fecr, 27). Gönlünde iman huzurunu duyan pek çok Mü’min bu hayatı yaşamaktadır. Nefsi bu merhalede iken kişinin aklı da “fikri akıl” mertebesine yükselmiş olmalıdır. Fikri akıl, akıl yürütebilen, yorum yapabilen, düşünce üretebilen, istişare edilebilecek akıl demektir(Al-i İmran, 159 vd.). Allah bu nefisten razıdır. 5. Sülûk’ta beşinci aşamaya yükselenlerin nefsi, “nefs-i raziye“dir. yani, ‘Hak dışında isteği olmayan nefis’tir(Fecr, 28). Allah bu nefisten hoşnuttur. Beşinci katmanda olması gereken akıl seviyesine de “akli akıl” denir. Bizim analitik akıl dediğimiz, analiz ve çıkarım yapabilen, bütüncül bakıp çözümleyebilen, gerçeğin peşindeki uzmanlık aklıdır(Zümer,9). Âkil insanlar, bunlardır. 6. Bu mertebedeki nefis Allah’ın tebrikinden takdirine yükselmiştir. “Nefs-i mardiyye” denen bu nefis, Allah’ın beğendiği nefistir(Fecr, 28). Fedakarlığın, adanmışlığın timsalidir. Bu noktaya erişen bir nefsi ancak “insani akıl” taşıyabilir. İnsani akıl, iyiyi kötüden ayırma yeteneği(Maide,100), sorumluluk yüklenme ehliyeti, adaleti ayakta tutma öncülüğü(Nisa,135) ve iyilikle emretme, kötülükten nehyetme dirayeti(Al-i İmran 104) gösteren, halkı iyilik peşine sevk edecek liderlerin(Hud, 116-117) aklı demektir. Bu akıl-nefs seviyesi farkındalığın zirvesidir; onlar, takvanın en iyi azık olduğunu bilirler(Bakara,197). Allah bu salih nefsi beğenir. Tam bir toplum idarecisi ve liderliği vasfı bu nefislerde bulunur. 7. Nihayet dini çabanın ulaşacağı son noktaya gelinir. Bu, yedinci ve en üst manevi mertebe “nefs-i safiye/kamile” mertebesidir.  Artık kişi, kamil(olgun, mükemmel) insan olmuştur. Nefsinde kötülükten eser kalmayıp pür iyiliğe bürünmüş olan ve her hali ibadet sayılan örnek bir insan vardır karşımızda(Kehf, 65). Bu mertebedeki ahlakı taşıyabilecek akla ise “Kutsi(Yüce) akıl” denir. Bunlar; azizler, veliler, bilgeler, insanlığa yön veren büyük ruhlardır. Bilgece yaşarlar ve dünayı terk etmişlerdir(Maide,82 vd). Allah bu nefisleri müjdelemiştir. Hz. Meryem gibi, Hz. Lokman gibi, Hz. Hızır gibi övülmüş nefislerdir bunlar. Mevlana’ya atfedilen söz, bu basamakların şuurlu yaşandığının bir aşka delilidir: “Hangi mertebeye erdiysem şu derviş kocasını(Yunus Emre’yi) önümde gidiyor gördüm.”  u merhaleleri, çeşitli ‘hal’ler(‘deneyim’ler)den geçerek ilerleyen sâlik için hiç bir mertebede terk edilmeyen ve çeşitli türlere bürünerek devam eden bir temel eğitim aracı vardır: Oruç! Oruçsuz (aç kalmadan) yol alınmaz. Oruç nefsin bileyi, aklın cilasıdır. Kur’an’ın tasavvufi tefsirini yapan âlimlere göre, “Aç olmayan nefse manevi ışıltılar düşmez. Çünkü nefis, can evinde bir perdedir, onu toplamalısınız ki ışık içeri girebilsin.” Şimdi dönüp soralım kendimize: Siz hangi katmanda yaşıyorsunuz? Oruç bineği sizi nereye kadar getirebildi? Kendinizin farkında mısınız? Yoksa, siz orucu bir an evvel baştan savılacak bir ödev olarak mı görüyorsunuz? Eğer öyleyse, tehlikenin farkında mısınız?

  1. Farkındalık

Ramazan geldiğinde Cebrâil, Peygamberimiz ile karşılıklı Kur’an okurmuş. O ay cömertliği doruk noktasına ulaşırmış son elçinin. (Buhârî, “Ṣavm”, 7; Müslim, “Feżâʾil”, 50), Hele Ramazan’ın son on günü, kendisini tamamen ibadete hasredermiş. (Buhârî, “Leyletü’l-Ḳadr”, 5; Müslim, “İʿtikâf”, 7, 8) Teravih Namazı, on günlük itikaf, fıtır sadakası ve zekatın bu ay verilme tercihi bize miras kalmış güzellikleridir. Bir ay boyu, her gün oruç tutsanız, Kur’an okusanız, bağışlar yapsanız, ibadetler yapsanız, ikramlarda bulunsanız, ilimle meşgul olsanız ne olur? Ne olur söyleyelim: Yirmi bir defa düzenli aralıklarla tekrar edilen eylemler alt belleğe eklenir ve artık bir alarm mekanizması beyninize yerleşirmiş. Eğer siz hatırlatmalara rağmen bu güzellikleri ısrarla yapmayarak Ramazan’dan sonra beyninize tekrar sildirtmezseniz, iyilik için ayarlanmış içinizdeki reseptörler size bu güzellikleri hep hatırlatacaktır! İbadetleri ritüelden ibaret saymak, ibadetlerin, insanın bu psişik yapısına yönelik inşacı yönünü inkar etmek olur. Şehr-i Ramazan, böylece bir ay boyu sadece ibadet yaptırmıyor, bir davranış değişikliği sağlamış oluyor. Bu yönüyle Mübarek Ramazan için “farkındalık kazandırma kampı” desek yeridir. Farkındalık kazanarak çıktığımız Ramazan’da kazandık demektir.

 

  1. Sağlık

Her disiplin eğitimi gibi Ramazan ayında orucun kurallarına uyma iradesi de bir manevi ordu yapar Müminleri. Bu ordunun erleri sadece manen değil bedenen de tazelenirler. Yoshinori Ohsumi, 2016’da Nobel ödülü alan bilimsel çalışmasıyla “açlık durumunda vücudun savunma mekanizmasını yenilediğini” ortaya koymuştur. Buna göre “üç günlük oruç tüm savunma sistemini yenilemekte”, yirmi dört saat aç kalan bünye, “kök hücre kaybını telafi etmekte”dir. Prof. Aynur Eren Topkaya da yaptıkları araştırmada Ramazan orucunun bağışıklık sistemini güçlendirdiğini ortaya koyduğunu açıkladı. Bu, bir bünye için mucize gibi bir şeydir. Oruç, aynı zamanda beslenme ve diyetetik biliminde Kalori Sınırlandırma Diyetidir.  Bir ay yapılan bu uygulamaya ‘tam oruç’ deniyor. New England Tıp dergisindeki bir makalede, günün 6-8 saatinde gıda tüketip geri kalan 16-18 saatinde yemekten uzak durmanın, “birçok hastalığı engellemenin yanı sıra kan basıncını düşürdüğü ve ömrü uzattığı” tespiti anlatılmaktadır.  Sindirim sisteminin dinlenmeye, bütün bir vücudun detoksa alınması; rektefeye girmesi demektir biyolojik varlığın. Yani, aç kalma, irade, ahlak ve toplumsal düzene katkısı yanında bir de sağlıklı yaşam standardını yükseltiyor oruç. Yüce bir gaye gözeterek kendi iradesiyle aç kalması insanın ne faydalı geri dönüşler sağlar, ne güzel eylemdir! Kovid-19 karşısında köşe bucak bağışıklık sistemini güçlendirecek ilaç/gıda arayan sağlıklı insanlara bir öneri: “Oruç tutun ki, sağlık bulasınız.”(Hz. Muhammed)

  1. Âkif

Ramazanın son on gününe girerken çokça terk edilmiş bir ibadeti hatırlamalıyız. Halbuki 20 günlük oruç belki bu son on günün “kapanma”sı içindir. İtikafın kelime kökü “hapsolmak, kapanmak” anlamına geliyor. Bir camide kendini kapatmak demek. İtikafa girene Mutekif veya Âkif denir. Sünnet diyoruz da aslında “Mescidlerde i‘tikâfta bulunduğunuz zaman kadınlara yaklaşmayın” (Bakara, 187)  ayetinde açıkça ibadet koyucu Rabbimiz itikafı vecibe olarak prensibe diyor. Üstelik Hz. İbrahim’den beri tüm peygamberlerin ümmeti itikafa girmişlerdir. (Bakara, 125) Yani, öylesine güçlü bir dini vecibedir itikaf.  Gelin görün ki, kaç Âkif(itikafa giren) Müslüman tanırsınız? Halbuki eskilerde her mahalleden en az bir Âkif mutlaka bulunurdu. Hatta o Âkifler ki, (Hacca gidince olduğu gibi) bir daha toplum içinde yanlış yapmamaya çok özen gösterirlerdi. İtikaf, insanın dünyadan Allah için el etek çekip çekemeyeceğinin tecrübi sınavıdır. Orucun insanı getirdiği kıvamı göstermesi gereken bir aşamadır.  “Aranızda Hakk’ı tavsiye eden bir grup bulunsun” tavsiyesinin hayatta karşılığını bulacak potansiyeli oluşturma ameliyesidir, itikaf. Belki, Hacda müminlerle buluşan kul, itikafta Rabbiyle buluşur, halleşir, Kur’an okuyarak, tefekkür ederek, ibadet ederek… İtikaf, bir arayış, adanış ve yüceliş sırrıdır. İnsanın açlıkla bedenî arzularını terbiye edişinin üstüne, ruhani bir hayata adanış demidir. Fakat işte oluş burada, gerçek ortadadır: Ne Ramazan dünya hırslarımızı tüketti, ne de dizginlenmeyen nefislerimiz itikaflara müsaade etti. On gün bile ayrılamıyoruz dünyadan; 355 gün yetmiyor hırslarımıza. İtikafı olmayan toplumun Kadir’i var mıdır ki? Bir bakalım; mahallemizdeki camide bir itikafa giren var mıdır? Allah’ım aramızdan Âkifleri eksik etme.

(Devam edecek)

ROMANLARDA TEHCİRİN YOLCULUĞU

  • 1.3Bin Görüntülenme Sayısı

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar

  • 1.1Bin Görüntülenme Sayısı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hakkımda
Hakkımda
Merhaba. Bu sayfalarda birlikte olmaktan son derece mutluyum. Hoş geldiniz. Hayat yolundayız. Her birimiz ayrı bir mecradan, farklı bir maceradan geliyoruz...

Site Toplam Ziyaretçi: 1185500

Son Yüklenenler

Paylaşımlarımdan Haberdar Olmak İster misiniz?