OTUZ SÖZ-1

OTUZ SÖZ-1

Dr. Osman ARSLAN

 Zirve

Ruh tatmine meyillidir, ‘rahatlamak’ anlamını barındırır. Denebilir ki insan, ruhunun tatmin olduğu düzey nereyse orada yaşıyordur. Bu düzey, ruhsal gelişim seviyesine de işaret ediyor olabilir. Haliyle, bir hiyerarşik sıralama da öngörmek mümkündür: Rahatlama duygusunu doğada ve sporda bulanlar temel seviyede yaşıyor sayılabilir. Sohbette, chatte, sosyal medyada tatmine erişenler vasat insanlar olsa gerektir. Fikir ve sanat eserlerinde kendilerini kaybedenlerin, ruhsal melekelerindeki gelişimi üst sınıfa taşıyanlar olduğu düşünülebilir. İbadette haz ve tefekkürde huzur bulanlarsa zirvelerde gezen seçkin ruhlar olmalılar. Ramazan ruhları zirveye çağırmak demek. Bu zirve yarışını kimler kazanabilir? Elbette favori adaylar, diğer onbir ay boyunca idman yapanlar olacak. Ama yarışma bu; her zaman sürprizlere açık.

  1. Bakım

“Var” olup hasar almayan ne var ki alemde? Gezegenler de yıpranıyor, kelebekler de. Zaman bir tahrip makinası. Ama üzerimizden aşındırarak geçiyorsa vakit, bu, Allah’ın emri. İnsan varlığını öğüten zamana karşı ne yapabilir ki? Tek çıkarı var: Muhasebe yaparak zamana karşı kontrollü olmaya, aç kalarak bedenini onarmaya, tefekkür ve ibadete yönelerek ruhunu aydınlatmaya çalışacak. Ramazan bu demek: Bakım ve onarım ayı. Ramazan yerine “bakım zamanı” geldi desek de olur.

  1. Boya

Bir vakitler Hıristiyanlar çocuklarının vaftizini sarı renkli bir suya daldırarak yaparmış. Zamanla bu renk onlarla bütünleşmiş ve insanlar da bu renge özenir olmuşlar.(TDV Ansiklopedisi Sibgatullah Md.) Yüce Rabbimiz de, Kur’an’da, ehl-i kitabın inanç eleştirisini etraflıca yapan ayetlerden sonra “Allah’tan daha güzel renk verecek kimdir?”(Bakara,138) sorusuyla noktayı koyar. “Sıbğa” boya demektir. Fakat İslam ansiklopedisinde zikredilen bir anlamı daha vardır: Suya daldırmak. Vaftiz kelimesinin anlamı da “suya daldırmak”tır. Eğer İslam, yeni doğan bebeği suya daldırmak gibi bir ritüeli taşısaydı, vaftiz ayetimiz hazırdı! Ya da şöyle diyelim: Bugün “Sıbğatullah” terkibini, “alamet-i farikaları ile İslam imanı kastediliyor”, diye açıklıyoruz. Ama yarın Hıristiyan alemi İslamlaşırsa ve vaftizi terk etmek istemezse, tevil için kullanılabilecek ayet, bu ayet olabilir. İşte dinler böyle böyle bozulur, başkalaşır. Şimdi dönüp soralım: Acaba başka kaç tane daha “sıbğa” misali kültürümüzü din sanmamıza aracı ettiğimiz içeriği dönüştürülmüş kavram inanç konumuzdur? Ramazan, Allah’ın boyasına boyamak için gelmişken, sormalıyız: Rengimiz beğenimize hitap ediyor olabilir, fakat rengimiz “sıbğatullah” ile tutuyor mudur acaba?

  1. Hipnoz

İnsan, peşinde koştuğu şeye kapılan, kapıldığı şeyin ardından koşturan, kendi hipnozunu kendisi yapan tuhaf bir varlık. Hipnoz, insanın güdülenerek oluşturduğu özel bilinç haliymiş. Bu trans halinde kişi, odağı dışındaki etkenlere kör, sağır ve dilsiz olur. İşimiz iyi olsun, isteklerimiz gerçekleşsin, ailemiz rahat etsin diye öyle bir motivasyonla yaşarız ki, bu, çoğu kez bir tür hipnozun içine çeker bizleri. Yetimler, yoksullar, göçmenler görüş alanımız dışında kalmıştır artık. Komşumuzun bile farkında olamayız ki öteki dünyayı hatırlayalım. Oysa, ihmal ettiğimiz her sorumluluk, sınavımız olup çıkacaktır karşımıza bir gün. İşte dünya hayatının on bir ay süren bu hipnoz seansından uyanmaya davet eden çağrı, Ramazan’dır. Gözümüzden perdeleri kaldırmaya, gönlümüze mavera ışıkları yakmaya gelir. Ama, sanıldığı gibi ‘uyaran’ değilmiş hipnozdan uyanmanın sırrı. Hipnozdan çıkmak ancak şahsın iradesi ile mümkünmüş. Gerçeklerin rahatsız edici dünyasından kaçmak da var. “Hipnozuma dokunmayın. Bu sahteliğin konforlu dünyasında mutluyum” diyenlere Ramazan ne verebilir? Ramazan, şuurlu ve açık bilinçli yaşamayı öğrenme deneyimidir. Denemeye değer.

 Aşı

Müptela olduğumuz salgına karşı aşılanmayı nasıl heyecanla bekliyoruz, değil mi? Tek ölümcül salgın Koronavirüs mü? Hak yeme salgını ne olacak? İnançsızlık salgını, boş vermişlik, egoistlik, narsistlik, istismar, şiddet birer ölümcül manevi ve ahlaki salgın değil mi? Bu bulaşıcı virüslerin pençesine düşmemek için de kalplerin aşılanması gerekmiyor mu? İşte kalplerin keşfini yapıp, müptela olduğu virüslere karşı aşılayan bir tedavi yolu var: İlahi aşka programlamak. Bu program paketi her sene olduğu gibi yine geldi. Otuz gün süreyle hakkını vererek oruç dozlarını yüklemek gerekiyor. Gelin Şehr-i Ramazan’da manevi aşılanmanızı yaptıralım. Haydi, aşıya!.. Haydi oruca!.. Oruç aşısı nasıl etki eder? Yüklediği muhasebe programıyla irademizi kontrol etmeyi öğreterek. Aşımızı olmadan çıktıysak bu aydan, zırhımızı giyinmeden savaşa çıkmış gibi virüslerin saçtığı tehlikelere açığız demektir.

(Devam edecek)

 

ROMANLARDA TEHCİRİN YOLCULUĞU

  • 1.2Bin Görüntülenme Sayısı

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar

  • 1.1Bin Görüntülenme Sayısı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hakkımda
Hakkımda
Merhaba. Bu sayfalarda birlikte olmaktan son derece mutluyum. Hoş geldiniz. Hayat yolundayız. Her birimiz ayrı bir mecradan, farklı bir maceradan geliyoruz...

Site Toplam Ziyaretçi: 1180931

Son Yüklenenler

Paylaşımlarımdan Haberdar Olmak İster misiniz?